betülüme

insan zihni soyut kavramları da idrak edebilsin diye onlara da isimler konmuş.

harflerin bitişerek, seslerin çarparak meydana getirdiği kelimelerden biri yokluk.

yokluğun ne rengi, ne kokusu, ne tadı var.

nasıl tarif edilir, nasıl anlatılır yokluk? kendi gerçekliğini varoluşa borçlu olan,

var olmadıkça, varlık olmadıkça zerre kadar mânâ arz etmiyen, ancak varlık aradan çekildi mi buz gibi bir çehreyle bizi karşılayan yokluk.

sanki giden ardında yalnızca rüzgarını bırakmış,

bedenlerimizin her noktasında,

en çok da yüreğimizde hissedelim,

hissedebilelim diye varlığını.

inanmanın en güç hali,

gerçeğin en uzak ama en yakın yüzü.

betül’ün vefatını ilk öğrendiğim anın neye benzediğini hatırlamakta güçlük çekiyorum.

dijital harflerde anadilimde ifade edilen haberi algılayışım gayritabii bir şekilde yavaş, yavaş olduğu kadar ve belki de yavaş olduğu için çok derin bir acıyla birlikte hücum etti zihnime, yüreğime.

bu haberi duyduğum anı takip eden saatlerde hayatın her veçhesi, her vaadi, nefsimin yirmi üç yıldır göz kırptığı her şey yavanlaştı. betül’üm artık yoktu.

renklerim solmuştu.

bana Allah’ı hatırlattığını söylediğimde bunun uzun zamandır duyduğu en güzel şey olduğunu mahçup bir şekilde ifade eden, yarım yıla ancak varan iş hayatımın çiçeği, mescit’te karşılaştığımızda her zamanki gibi abdestli olduğunu öğrenince “ben daha çok sevap kazancam!” diyip benden önce namaza duran, mescitte yerin kalmadığı bir gün kıyamdayken minik bir adım yana kayıp benimle seccadesini paylaşan betülüm,

vefatının iki gün ertesinde iş başı yapmamız gerektiğinde önce yüreğim kaldırmadı ikinci kata uğramayı. asansörle çıktım dördüncü kata.

sonra dayanamadım, öğlen yürüyerek katları çıkarken gözucuyla baktığım masanın papatyalarla döşeli olduğunu görünce, tam o anda hissettim yokluğunu.

betül’üm papatyaların içinde gizlenmiş, sessizce bize selam mı ediyordu?

hayır. avuntu ne zalim bir ferahlıktır!

yoktu betül, artık.

ne ağır Ya Rab!

vefatını öğrendikten sonra ilk kez güldüğüm günü hatırlıyorum. utanmıştım. aynı gün yemek yerken mutlu olduğum için, yolda yürürken yaptığım şakayla güldüğüm için utanmıştım. betül yoktu. betül yoktu! nefsin hoş tutulmasının ne anlamı kalmıştı? iki parmağımızı şıklattığımız süre kadardı hayat ve ölüm arasındaki o çok derin olduğu yanılgısına kapıldığımız uçurum. var ve yok derken araya giren bir nefeslik, iki seslik boşluk kadardı ölüme olan mesafemiz. ne büyük ibret Ya Rab!

geçen gece tam uykuya dalacakken birdenbire geldin aklıma betül’üm,

aklıma her gelişinde ‘ah yavrum, ah canım’ diye içli içli sesleniyorum sana. keşke bir kez doya doya sarılabilseydim sana canım arkadaşım.

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.